It was in 1947 during the British sponsored India-Pakistan partition that the Shergill family were forced to flee their palatial home in Lahore and re-locate to a one-room unit. It was here that Mr. Shergill made the decision that he will never let such troubled times touch his family, he toiled day and night, ran a business, and moved into more spacious surroundings, only to have his parents pass away without having to enjoy the fruit of his labor. Now Shergill has two sons, Udesh and Karan, while Udesh has taken up the family business, Karan is a slacker, with no motivation to do anything. He loves Romila Dutta (Romi) and hopes to marry her someday. Then one day while watching a Arnold Schwarzenegger movie, he decides to enlist in the Indian Military Academy, much to his parents' shock and surprise. Karan's tryst with the military does not last long, and he deserts, but when he finds out that his parents and his brother have no respect for him and they were expecting him to return home, he decides to return to the military. Years later, Karan and Romi meet. He is now Acting Captain in the Indian Military, a man with a mission, to climb Peak 5179 and host the Indian Tricolor there by any means, while Romi is now a correspondent for Global News - engaged to be married to a businessman named Manish Kunj

The continuing adventures of British publishing executive Bridget Jones as she enters her 40s.

Martin bir fırıncı olarak Norman köyüne yerleşti Gustave Flaubert'in hakkında tutkulu bir ex - Paris topuklu yenilikçi , yakın küçük bir çiftlik doğru hareket bir İngiliz çift görür. Sadece yeni gelenler Gemma ve Charles Bovery isimleri vardır, ama onların davranışı da Flaubert'in kahramanları esinlenerek gibi görünüyor .

Cansız bir vitrin mankeni kanlı canlı güzel bir kadına dönüşürse ne olur?Genç bir cansız manken tasarımcısı olan Jonathan, bir türlü hiçbir işte dikiş tutturamamıştır. En son yaptığı bir cansız mankenin üzerinde çok vakit harcayınca işinden kovulur. Bu manken, şehrin önemli mağazalarının birinin camında sergilenmektedir. Jonathan nedenini bilmediği şekilde bu mankenin yanında olmak onu görmek için mağazanya gitmeye başlar. Mucizevi bir şekilde canlanan manken Emma adında güzel bir kadına dönüşür.

Açıklama:Bad Blake in hayatı günden güne kötüye gitmektedir arkasında birden fazla evlilik, kötü bir şöhret ve bol miktarda alkol bırakmış geçkin bir country müzisyenidir. Onu bu sıkıntılarına genç gazeteci Jean yardım edecektir.Blake onun sayesinde hayatına yeni bir yön çizecektir.

Palmeras en la nieve, uzun zamandır kayıp olan bir mektubu bulması ile İspanya'nın karlı dağlarından Afrika'ya yolculuk yapan genç bir adamın hikayesini konu ediyor. Genç bir adam olan Killian, Huesca'nın babasının ölümü üzerine büyük bir yıkıma uğrar. Bu sırada uzun zamandır kayıp olan bir mektubu bulması, Killian'ın hayatının değişmesine neden olur. Killian, mektupta yazılanları okuduktan sonra cevabını öğrenmesi gereken birçok soru ile karşı karşıya kalır. Ailesi hakkında gerçekleri öğrenmek isteyen Killian, bunun için Afrika'ya macera dolu bir yolculuğa koyulur.

1940 yılının ilk aylarında Alman işgaline uğrayan Fransa'da henüz yeni dul kalmış genç ve güzel bir kadın olan Odile iki çocuğu ile Paris'e kaçmaya çalışmaktadır. 13 yaşındaki Philippe ve 7 yaşındaki Cathy ise peşinden sürüklemektedir. Almanlar yollardaki mültecileri bombalamaya başladıklarında, Odile'in arabası hasar görür. Çocukları ile ormana kaçan genç kadın orada Yvan, adındaki 17 yaşında eğitimsiz fakat hayatta kalma konusunda bir uzman olan çok çekici bir gençle tanışır.Açık havada geçirilen bir geceden sonra dört kaçak Yvan'ın bulduğu bir evde kalmaya karar verirler. İçinde yaşayanlar tarafından terk edilen bu ev, gerçek hayatta yolunu kaybetmiş bu garip görüntülü aile için cennet ada haline dönüşür. Başlangıçta bu gizemli yabancının çekiciliğine kapılan fakat aynı zamanda da onun hakkında kuşkuları olan Odile, kısas bir süre sonra kendisini vazgeçemediği kişisel ve seksüel dinamikler içinde bulur.

Zoe artık doğru kişiyi bulmak onunla evlenmek ve çocuk sahibi olmak istiyordur. Stan onun için güçlü bir baba adayıdır. Zoe ve Stan ilişkileri süresince çok iyi anlaştıklarını farketmişlerdir. Fakat ortada bi sorun vardır Zoe hamiledir ve bunu Standan saklamaya karar vermiştir. Fakat sır saklama konusunda pekde iyi değildir

Konusu:Audrey Niffenegger‘in 2003 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan The Time Traveler’s Wife adlı film, Chicago’da kütüphaneci olan Henry DeTamble‘ın (Eric Bana ) sahip olduğu genetik bir bozukluk neticesinde istem dışı olarak zamanda yolculuk etmesini ve Clare Abshire (Rachel McAdams ) adındaki bir ressama aşık olmasını anlatıyor. Fantastik bir aşk hikayesini konu alan filmde Henry ve Clare ‘in her şeye rağmen ilişkilerini ayakta tutma çabalarına şahit oluyoruz.

Louise, iki çocuklu bir dul, arabasına bir yabancıyı neredeyse eziyor. Gerçekten yaralanmamış olsa bile onunla ilgileniyor. Zihinsel bozuklukları olduğu ve birbirlerine düşündüklerinden daha fazla yardımcı olabilecekleri ortaya çıkıyor.

An aspiring novelist enters into a relationship with a woman, though there's just one catch: She's married, and the couple can only meet between the hours of 5 and 7 each evening.

Hye-Young, Amsterdam’da yaşayan genç ve güzel bir ressamdır. Şehrin en işlek meydanında insanların resimlerini yaparak ve kendi tablolarını satarak geçimini sağlamaktadır. Park Yi ise, şehirde uluslar arası uyuşturucu trafiğinde önemli rol oynayan Kore mafyasının emrindeki bir kiralık katilidir. Park Yi, bir papatya tarlasında resim yaparken gördüğü Hye-Young’a aşık olur.. Onun çalıştığı meydanı karşıdan net bir şekilde gören bir daire kiralar ve hergün onu izler. Ancak kendini gösterme cesaretini bulamaz. Bunun yerine hergün saat 4:15’de onun dükkanının önüne bir demet papatya bırakıp, “çiçekler” diye bağırıp ortadan kaybolmaktadır. Bu gizemli hayranından hergün aynı saatte çiçekler alan Hye-Young, hiç görmediği bu adama aşık olmuştur. Bir gün, Hye-Young kalabalık meydanda çalışırken, tesadüfen saat 4:15’de elinde bir demet papatya ile karşısına bir adam çıkar. Ama bu adam, uyuşturucuların peşindeki İnterpol dedektifi Jeong Woo’dur ve o sırada takiptedir. Ama bunlardan habersiz Hye-Young, bu adamı kendisine hergün çiçekler gönderen, papatya tarlasında karşıya daha rahat geçebilsin diye onun için küçük bir köprü yapan katil Park Yi sanar. Dedektif Woo’da Hye-Young’a aşık olmuştur. Ama Hye-Young için tesadüfler gerçek aşkın yönünü şaşırtmış, biri katil, diğeri polis iki adamı da içinden çıkılması zor bir dönemece sokmuştur..